" Her yer en az bir defa görülmeyi hak ediyor "

SİVAS - YOZGAT

Karavan ile Doğu gezimizin Keban molasından sonraki durağımız Malatya Arapgir oldu ve oranın ünlü Kozluk vadisi oldu. Dereler çamurlu olmasa yüzülebiliyormuş ama kısmet olmadı..












Arapgir küçük ve gelişmemiş bir yer. Gezip görme açısından pek fazla bir şey yok. Kozluk vadisi de çamur aktığına göre biz en iyisi Sivas yoluna devam edelim..













Sivas'taki ilk durağımız Divriği'deyiz..

Kaçtır niyetlenip bir türlü gidemediğimiz Divriği' ye nihayet kısmet oldu.. Uçsuz bucaksız, bozkır dağların arasında uzak bir yerleşim Divriği.. Kalesi, Restore edilmeye başlanan eski konakları, yeni yapılan ( artık her yerde yapılan) cam seyir terası ama her şeyden önce Ulu Camisi.. Oraya gitmek istememizin tek nedeni Ulu Cami.. 2 yıldır restorasyondaymış.. Sadece ve aslında en güzel tarafı olan kapıları görülebiliyor. Orada hiç çalışan görmedik. Sanırım restorasyonu da Caminin 1000 yıl önceki yapımı kadar sürecek..
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası olarak bilinen bu yapı topluluğu, Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Ulu Cami, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından; Darüşşifa ise eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 1228 yılında başlanıp 1243 tarihinde tamamlanan yapı kompleksinin Baş Mimarı Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah'tır.
Başta kapılar ve sütunlar olmak üzere, külliyenin bir çok yerinde bulunan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş işçiliğinin en nadide ve en ince örneklerini yansıtan harikulade motifler tüm dünyanın ilgi ve dikkatini çekmektedir. Bu eseri farklı ve özgün kılan bir diğer özellik de, uzaktan bakıldığında simetrik olduğu düşünülen, fakat özünde asimetrik olan bezemelerde yer alan on binlerce motifin hiç birinin bir daha kendini tekrar etmemesi; kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde olduklarının taşa nakşedilerek gözler önüne serilmesidir. Mimari üslubu, süsleme ve örtü sistemlerinin dengeli ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan bu şaheser, dünyada, görülmeye değer eserler listesinin başlarında yer almaktadır. Bu büyüleyici eseri anlatmaya sözlerin yetersiz kalacağını Evliya Çelebi yüzyıllar önce şöyle ifade etmiştir: "Methinde diller kısır, kalem kırıktır". Görenleri kendisine hayran bırakan bu muhteşem abide eser, sanat tarihçileri tarafından "Divriği mucizesi", "Anadolu’nun Elhamrası" gibi ifadelerle tanımlanmıştır. 1985 yılında UNESCO tarafından "Dünya Kültür Mirası" listesine alınmıştır.
Doğu gezimizin en pahalı yemeğini buradaki konakların birisinde yedik. Divriği pilavı diye normal pilavın üzerine az biraz kavurma et koymuşlar, al sana Divriği pilavı. Oysaki yıllarca beraber çalıştığım Divriği'li doktor arkadaşımın yaptığından biliyorum nasıl bir şey olduğunu. İşin komik yanı o arkadaşımın önerisi ile gittiğimiz, arkadaşımın akrabasının (üstelikte bizim için aradığı ) konağında yedik pahalı / kötü, saçma pilavı.. Kıssadan hisse, her tavsiye iyi olacak diye kural yoktur ))
Divriği küçük bir yerleşim yeri olduğu için birkaç saate tamamen gezile biliniyor. O yüzden karavanla kalmadık ama merkezinde kalınabilecek uygun park yeri var.















Yolumuz üzerindeki Kangal ve meşhur (!) Kalesi hakkındaki bilgiler yukarıdaki videoda mevcut. Siz videoyu izlerken biz Sivas'a doğru yol alalım..



















Sivas
Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı şehrimiz.. Aydınlarımızın da yakıldığı şehrimiz..
Her şeyimiz ikircikli, yarım yamalak.. Keşke fırsat olsa da Cumhuriyeti sil baştan yeniden kurabilsek.. Laikliği, özgürlüğü, eşit yurttaşlığı, kadınların erkeklerden farkının olamayacağını, din diye diye insanların nasıl sömürüldüğünü, yobazlarla daha ciddi mücadele etmek gerektiğini daha iyi anlatabilsek..








Sivas bizim büyük şehirlerimizden birisi. Her büyük şehrimiz gibi kötü yapılaşmadan nasibini almış olsa da, tarih ve kültür açısından gezip görmeye değer yerlerimizden. Doğuya gittikçe yeme içme ucuzlar hikayesi eskilerdeymiş. İstanbul'da İzmir'de filan neyse, buralarda da öyle.. Hele ki buralara özgü geleneksel yemek yiyeyim derseniz hiç şansınız yok..
"Nerelisin diye sorduklarında hep yalan söylüyorum artık , ilk aklıma gelen başka bir yeri söylüyorum"
demişti hastam Süleyman amca.. sormuştum, niye ki diye..
" Nasıl söylerim Sivas'lıyım diye..Bizim memlekette insanları canlı canlı yaktılar.. üstelik Muhlis Akarsu benim aile dostum can, yoldaşımdı.. haftada bir bana gelirdi, çalar söylerdik" demişti ...
Şehrin suçu yok tabiki de ama.. unutmayın.. unutturmayın..













Sivas'ta bir gece konakladıktan sonra Yozgat'a geldik.

Yozgat'a geldik, çarşı pazarda bir şey olmadığı için direk buranın en bilinen yeri Çamlık Milli Parkına çıktık. Memleketteki yangınlardan sonra orada karavanla kalmaya izin vermiyorlarmış.
Biraz dinlenmek için mola verdik. Yanımıza 20 li yaşlarında iki delikanlı yanaştı. Bir tanesi "gardaş, bu nasıl araba?" diye sordu. "gardaş bu karavan" dedim

"Haa, benimde hayalim karavan" dedi. Daha hayalindeki şeyi tanımıyor.. "Sen ne iş yapıyon? emeklimisin yoksa?.. Bence asker ya da polissin "dedi.. Sorular böyle samimi!.. Emekli doktorum deyince sustu.. Diğer arkadaşı " abi bu da anestezi teknisyeni " dedi.. Atanmayı bekliyormuş. Ne diyeyim gardaş, Allah önce akıl, sonra nezaket versin! Yozgat'ta Yozgat'lı ile ilk temasımız böyle oldu.
Tarihinde ilk kez göç alan Yozgat, Suriye'lileri sevinç gösteriyle karşılamış..
İlk şehir hastanesinin Yozgat'a yapılması, Yozgat'ın şehir olduğu iddialarını tekrar gündeme taşımış.
Yozgat'a tarih boyunca düşman ayağı değmemiş. Bu yüzden Yozgat'ın ne bir kalesi, ne de bir kurtuluş günü vardır.
İlk özel gazeteyi ve ilk posta pulunu Yozgatlı Agâh Efendi çıkarmış. Türkiye'nin ilk milli parkı Yozgat Çamlığı'dır. . Türkiye'de ilk evlilik sözleşmesi Yozgat'ta yapılmış.
Burası çok vasat bir şehir, o yüzden fotoğrafta az.. Zaten ünlü araştırma şirketi Zaytung'a göre pek bir şey yaşanmadığı için felaket de yaşanmayan Yozgat, en yaşanabilir şehirler sıralamasında yükselmeye devam ediyormuş.

Espriler bir yana Yozgat karavan kültür gezisi açısından kısa sürede gezip görülecek bir şehir. Yozgat'ı iki dağın arasında kurulmuş bir şehir olarak düşünün. Bir taraf Çamlık denen ormanlık dağ, diğer tarafı Nohutlu Tepe.. İşte o Nohutlu tepesinde belediyenin restoranı var. En güzel manzara da burada. Karavanla konaklamak için de en güzel yer orası. Görevliler bizi özellikle güvenlik kamaralarının gördüğü yere park ettirdiler. Tepe olduğu için çok rüzgarlı idi ama belki her zaman olmuyor olabilir.

Yozgat sonrası Ankara'ya geldiğimiz için Karavan ile Doğu gezimiz sonlandı diyebiliriz. Gezi notları devam eder ama Doğu gezimiz hakkında ilave notlar yazmak istiyorum. Yaklaşık 2 ay süren Doğu gezimizin bazı duraklarını burada paylaştım. Sonra belki ilaveler de olabilir. Zaten benden başka paylaşan da yok, ama zaten grubu herhangi bir beklenti için kurmadığım için sorun da yok. Doğuya gitmek pek çok karavancı arkadaşta endişe kaynağı oluyor, onlara biraz cesaret de olsun istedim.
Geziden geriye kalan, aklımda yer edinen bazı düşüncelere gelirsek..
Coğrafya vahşi.. bir o kadar da güzel. Ama gel gör ki İnsan terörün soğuk nefesini hala ensesinde hissediyor. Batıda görmeye alışık olmadığımız ilginç, garip, değişik askeri araçlar yollarda.. Sık sık, ya da hemen her ile, ilçeye ya girişte ya çıkışta askeri kontrol var. Bazen uzun kuyruklar oluşuyor. Bu aslında bizim için iyi bir şey ama insan sık sık askeri kontrol görünce huylanıyor.
Kiminle konuştuysam, hele ki azcık güvenilir, muhalif birisi olduğunuzu anladıklarında başlıyorlar siyasete.. İnsanlar çok politize.. İktidardan çoktan umutlarını kesmişler ama geleceğe yönelik umutlar da yerlerde. Başka ülkenin insanları modunda konuşuyorlar.
Suriyeli’lerin gelmesinden, hele ki Afgan'lıların gelmesinden nefret ediyorlar. Zaten işsizliğin had safhada olmasından dert yanarken, oralardan gelenlerin üç kuruşa çalışmasından dolayı daha da ucuz iş gücü olduklarını görüyorlar. Konuştuğum sokaktaki adam da, rütbeli subay da tek sorumlu reisi görüyor. Amerika ile kapalı kapılar arkasındaki pazarlıklar sonucu olduğunu söylüyorlar..
Yollarda çok fazla şeyh, şıh bilmem kim türbesi, tabelası var. Bakıyorsun çorak bir köy, evler dökülüyor ama kocaman, ihtişamlı bilmem ne külliyesi, ilim irfan yuvası yazılı binalar. Bu da gösteriyor ki buralar tarikat, cemaat bölgeleri. Üstelik çok eski tarihlerden beri.. Bu kökleşmiş yapı insanı ürkütüyor.. Zaten okul binalarını en güzeli, en yenisi İmam hatip liseleri..
Benim gibi sıcak diye şortla geziyorsanız herkes dönüp bakıyor. Öyle kaçamak gözle filan değil direkt gözünüzün içine bakarak uzun süre bakıyorlar. Sen ne ayaksın der gibi.. Siz şortlu, eşiniz başı açıksa buralarda azınlıksınız.. Aslında yurdumuzun çoğu yerinde olduğu gibi.. Azınlığız kendi yurdumuzda.. Azınlık haklarına talip olsak yeridir..
İnsanımız zaten her halinden ben fakirim, ben cahilim diyor.. Ucuz, kalitesiz kıyafetler.. Kendi aralarındaki konuşmalardaki argolar.. Bambaşka dünyanın insanlarıyız.. Açıkçası Tunus’a, Beyrut’a bile gittim ama bu kadar ayrı dünyalarda olduğumuzu hissetmemiştim. İnsan üzülse mi, ciddiye almasa mı bilemiyor!
Ardahan'da benzincide karavanı yıkatıyorum. Çocuk yıkadı, işini bitirmek üzere.. İstasyon sahibi ve bir adam daha geldiler.. Bu karavan mı yoksa dediler.. "evet " deyince adam direkt gitti arka kapıyı açtı, içeriyi kontrol ediyor. Bakabilir miyiz filan yok.. O derece samimiyet var!
Sanırım hala en çok dinlenen Ahmet Kaya.. Pek çok yerde bangır bangır onun türkülerini dinliyorlar.. Bende seviyorum onun türkülerini gerçi ama sesi sonuna kadar açmadan..
Yollarda olunca sık sık dışarıda yemek yedik. Bugün artık et yemeyelim diyoruz. Gına geldi artık, et görmek istemiyoruz ama ne mümkün.. Etsiz bir şey yemek neredeyse imkansız buralarda.. Haa bir de nedense dikkatimi çekti, en lüks restoranda bile sadece çatal, kaşık getiriyorlar.. Bıçak getireni görmedim. Buralarda öyle sanırım..
Ülkedeki idari yapılanma sil baştan yeniden düzenlenmeli. Ne demek bu?.. Öyle küçük ilçeler var ki, köy demek lazım. Nüfusu 3 binlerde olan ilçeler var. Eminim ama ispatlayamam da , o 3 bin küsur nüfusun en az yarısı da orada yaşamıyordur. Belediye kapanmasın, merkezden gelen yardımlar azalmasın diye millet nüfus kaydını yaşadığı batı illerine taşımıyor. Ne mahsuru var derseniz.. İlçe demek belediye demek, kaymakamlık, nüfus müdürlüğü, emniyet müdürlüğü, mal müdürlüğü, sağlık müdürlüğü… aklınıza ne gelirse onun müdürlüğü ve onların memurları demektir. O kadar müdürlüğün binası, masrafı demektir. Yazıktır, günahtır!.. Bence nüfusu 10 bin den az olan yere ilçelik verilmemeli..
Ülkedeki eğitim sistemine kıyısından köşesinden kafa yoran birisi olarak, gördükçe üzülüyorum. Lise olmaması gereken yerlerde yüksekokul, üniversite var. Mesela 3600 nüfuslu Elazığ’ın Keban ilçesinde Üniversitenin ne işi var. Zaten şehir demeye bin şahit lazım, şehir merkezi denilen yer, derme çatma dükkanlardan oluşan 200 metrelik bir sokak. Orası gibi o kadar çok yer var ki.. Üniversite sadece ders demek değildir, ki orada zaten ders verecek hoca da olmaz ya, Sosyal, kültürel alanları ile bir kompleks bütündür. Oralarda okuyup üniversite bitirdiğini düşünen gençlere gerçekten yazık..
Son not Karavancılar için olsun.. Önceki tarafı saymazsak Trabzon'dan başlayıp Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Van, Bingöl, Muş, Tunceli, Elazığ, Yozgat rotasını takip edip şimdi Ankara’ya geldik. Gezi boyunca sadece Doğubayazıt Ishak paşa sarayı yakınında, o da 30 tl ye, bir kampta kaldık. Diğer konaklamalarımızın çoğunu Öğretmenevleri oto parkında yaptık. Sadece Van'da 2 gece Karayolları misafirhanesi parkında kaldık. Memleketin hemen her ilçesinde Öğretmenevi var ve genellikle otoparkları konaklamak için uygun.. En ufak bir sıkıntı, tedirginlik yaşamadık. Bölgeye gezi planlayan karavancı dostların bilmesinde fayda olacağını düşündüm.

Başka yollarda, notlarda görüşmek dileğiyle.. Sevgiler, saygılar…